AYRILIŞ
2
Ayaklarının dizginlerine asıldı:
“Tamam, geldik işte hımbıl beygirler, buldum kendime en yakın duracağım yeri.”
Koca yazıda tek başına bir ev; bir koyun ardındaki uçurumun üstünde, kulağı sıkılgan dalgaların voltasında, dalmıştı çatlamış gözleriyle çifte mavi ufka, mırıldanıyordu usulca. Belliydi birilerinin gelmesini beklediği.
Kırık çitleriyle gedik dişli bir ağız gibi duran bahçeden içeri daldı. Evin kapısında, çivilerinden biri düşmüş, rüzgarın her tekmesinde gıcırdayan tabelaya baktı, tabelanın üzerinde “d ü ş ü n c e” yazıyordu. Bir yalnızlık duyup dürttü sesiyle evi:
“Ey ev! Senle hısım mıyız neyiz; koca ihtiyar, evrende eskimeyen tek bir şey var, o da ‘düşünce’. Silkin bakalım, sana yeni bir ‘ıs’ geldi.”
Bodruma indi malzeme çıkardı, kırık camları değiştirdi, yamuk bir kasket gibi duran çatıyı aktardı, badana yaptı, evin solmuş rengini açtı, eski sahiplerin mezarları üzre kabaran otları yoldu, bahçeyi belledi, eksik çitleri tamam etti, tabelayı sabitledi ve tabelanın üzerini temizledi. Yazı ışıl ışıl parladı.
“Yalnızlığım, ben ki sakladım seni buncadır, şimdi özgürsün işte; al, doya doya bağır. Ama yardım edeceksin bana, kendime bir dost sunmama.”
İçine en güzel kaplama kağıdını, en sağlam çıtayı, en alımlı püskülü seçip yerleştirdiği bavulunu açtı. Salondaki raflardan bütün kitapları indirdi ve bu hazinelerin üzerlerindeki tozlara üfledi; okumaya koyuldu. Fakat ev çok soğuktu, gençliğinin yıllarını yaktı, böyle ısındı.