KOPUŞ
Yitik, bir yokuşu tırmanıyordu ki ayağının dibine iki misket yuvarlandı. “Hangi unutkan çocuğun bunlar?” Eğildi, almak için elini uzattı, ama heyhat, bir çift gözdü önündekiler. Artlarınca sağı solu yoklayarak koşuşturan bir adam, en sonu tökezleyip düştü. Yitik, çekip kolundan kaldırdı onu. Adamın göz çukurları bomboştu; ve adam, Yitiği sımsıkı tuttu.
Yitik, sordu:
—“Ne yapmaktasın böyle?”
—“Sorma derin ses, gözlerimi yitirdim; daha doğrusu benden kaçtı gözlerim.”
—“Neden?”
—“Görüntüyü bozduydu gözlerim, güzeli çirkin ettilerdi; kapadım ben de gözkapaklarımı, daha da bakmadımdı.”
Çeyrek mil ötedeyse bir başkası, maymunların yemiş toplamalarına benzer bir devimle, elleriyle başının her iki yanına bir şeyler götürüyordu. Yitik, bu kişinin yanına vardı ve sordu:
—“Peki sen ne yaparsın?”
Fakat bir yanıt alamadı. Bağırarak tekrar sordu, neyse ki karşısındaki Yitiğin dudaklarını okuyabildi.
—“Kulaklarım terk ettiler beni.”
—“Neden?”
—“Başka ses yok gibi ha bire gürültüyü ve gevezeliği taşıyorlardı, kafam ağrıdı, ben de tıkadım kukağımın deliklerini. Sence de dünyanın sesi fazla çıkmıyor mu?”
Biraz sonra diğer duyu organları da göründüler: burun, el, ayak, deri…
—“Şehvetinizle iştahınızı da oldu mu tıkadığınız? Azmanlığa yok bir çıtınız.
Pis sizin kokunuz, çirkin sizin yüzünüz, gürültü sizin sesiniz. Duyuları değil kendinizi yerin, çünkü duyuları yalana siz sürdünüz.
Siz ki iş yaptınız onlarla, sonra güvenmediniz; suçu siz işlediniz, sonra onların üzerine attınız; iftira ettiniz. Hakikati çarpınca yüzlerinize, duymazlıktan geldiniz. Onlar değil bozan sizsiniz, bakın işte onurlarıyla ayrılmışlar yanınızdan, dokunmuş da sözleriniz. Ey utanmazlar, eleştirinin ringine çıkmaya var mı cesaretiniz, aptallığınızı görürsünüz kendinizi sıygaya çekseniz
Siz konuğu davet etmişsiniz, uşak kapıyı açmış içeri almış, sonra konuk art niyetli çıkmış; uşağın suçu ne bunda? Bakın, o, verilen görevi yerine getirmiş.
Zaten size ak girse de bir şey, kara olup çıkar sizden, çünkü insandır: içine temiz alır ve içinden kirliyi çıkartır; o, bazı eylemlerinde de böyledir.
Acabanızı da bir öğreti besler: ‘duyular araçtır, imdir; dışarılık yok, her şey sende, senin içinde.’ Peki ne işi var içerinin, dışarının olmadığı yerde?
Duyular göstermelik nedenmiş, iyi de neye! Hadi sizler de göstermelik nedenlerseniz böyle?
Dolaydadır varlık, zahmet ister sizden azıcık; ona, duyum olmadan, doğrudan varamazsınız. Köprüsüz uçurum geçilmez, insan ki hep bağlantı gerekser. Onlarsız varlıktan yalınır ve varlığa uzak kalırsınız.
Varlık; tek yüzlü, çok anlamlıdır; her bir organ, varlığın bir yönüne varır. Düşünce, bir hamurdur; suyu, mayayı, unu getiren duyudur. Us hamuru yoğurur, bilinç pişirir, fikir oluşur.
Duyum ekibi; gece dinlenir, kapılarını kapatır, ama kilitlemez; duymak isteyen için her an göreve hazırdır.
Duyu, dizgenin bir parçası, çıkarırsanız bu taşı, diğer taşları da döker, yıkarsınız duvarı.
İyice açın duyularınızı, tertemiz havalandırın zihninizi, varlık daha net belirsin, anlamlansın.
Sallantıdadır insan kaosun dalında, sıkıca tutunun duyunun bağlarıyla.
Duyular elçidir, elçiye zeval etmeyin; düşünün.”
Ama aniden beyin de görünüverdi; sinirleri arkasında sürüye sürüye, debelenerek kaçıyordu.
—“ Yoklayın göğsünüzü, atıyorsa kalbiniz, henüz ölmemiş vicdanınız; çabuk olun, organlarınızı tutun, af dileyin ve gönüllerini alın.
Çözülmeden insan, yitmeden nitelik, toplanın, toparlanın.”