AYI
Yitik, ağzında biriken yosunu tükürdü.
“Pelteyen dilim sürçüp duruyor, unutmuş dudaklarım uzunca laflar dökmeyi. Ve uzun zamandır da yol yürümemiştim, ne de çabuk yoruldum. Bari biraz yemiş bulayım da acıktırayım yorgunluğumu.”
Ve yemiş için gezindi, bir şey bulamadı.
“Ağaçlık bir yere gitmeliyim belki, ağaç olur da yemiş vermez mi hiç? Hele şu önümdeki köprüyü geçeyim de.”
Her köprünün önünde bir koşul dikilir. Uzaktan, bu köprünün girişindeki heybetli karaltıyı gördü; ürktü ve kuşkulandı. Yanına varınca anladı ki bu Ayı’dır, iki adam boyunda.
Kıllı cüsse sordu:
— “Nedir niyetin?”
—“Karşıya geçmek,” dedi Yitik.
—“Bu köprü bana emeğimin sungusudur. Her bir noktasında terimden bir damla vardır, öyle kolay geçilmez buradan.
Kölelik etmek gerek bunun için; yaltaklanma, yalvarma ve yakarı. Gönlümü hoş etmelisin; şaklabanlık yap örneğin ya da ne bileyim, inle, sızla. Kadınların işi kolaydır bu konuda.”
Ayı bir süre sustu, sonra yeniden konuştu.
—“Gel, akraba olalım seninle, DAYI de bana, o zaman köprümü yol ederim sana.”
—“İstemem! Yol kesenden dayı olmaz ve hele ki almadan verenden.
Sen beni tehdit ettin. Tehdit savaşa davettir. Köprünün iplerini keseyim de sen de onunla birlikte yuvarlanıp parçalan kayalıklarda. Yakayım ya da en iyisi, sonrasında inşa etmek gerekse de kıymık ve yongalarla.”
Ayı güldü:
—“Çözüm mü bu? Tükenmez Ayılar. Her sınıftan yükselinir Ayı’lığa. Ardılların geleceği Ayıların iki dudağı arasında. En büyük Ayı, en çok dayı diyendir ve ancak Ayı’dır kendi adına dayılığa son çeken. Sendeki inat beni yıldırdı.”
dedi Ayı.
—“Bir kerelik yol vereyim sana. Haydi geç bakalım.”