YALNIZ AĞAÇ
Ormandan çıkan Yitik, bir “gün mevsimi” kadar yürüdü ki, yalnız bir ağaca vardı; ağacınsa çevresinde irice taşlar, kırık dal parçaları, dökülmüş yapraklar ve ezik meyveler vardı. Dalları iyice yere eğilmişti, solmuş bir güle benziyordu; kıpırtısızdı.
— “Ey ulu ağaç, karşımdaki; niçin tek dalın dahi kıpırdamaz? Esmiyor mu artık o güçlü yeller?”
— “Yeller değil taşlar esti bana, ben hiç başka yellerle salınmadım ki, hep kendi yelimle hışırdadım. Ama yalnızlık çok ağır, beni çok yordu.”
Yitik gözyaşları içinde ağaca sarıldı, ağaç usul usul sallanmaya başladı.
—“Sen bana yel oldun. Ne zarif estin öyle, ne ince. Götürür müsün beni buradan, nereye gidiyorsan oraya?”
— “Ağaç, sen öyle ulusunki seni taşıyacak sırt yok bende, hem nereye gittiğimi de bilmem, ama sezerim ben, ağır ağır sana gelirim, gönlümle.”
— “Ben tükendim Yitik kişi. Şu kara ormanın aç sesini duyuyorum. Direncim azalıyor, korkarım bu ses beni yıkacak. Bir, binin yanında neylesin.”
— “ Hak ‘bir’de olunca; doğru, binden büyüktür.”
Ağaçtan da yaşlar akmaya başladı.
— “Senden bir söz isterim, yıkılırsam bir gün beni ziyan ettirtme. Bugün diri’mi sırtlayamadın, o gün ölü’mü sırtla. Diriliğimde yalnızdım, ölülüğümde senle olayım.”
“Söz!” dedi Yitik ve uzunca bir süre ağaca bakarak gerisin geri yürüdü.