DİLENCİ
Kişinin biri, açtığı mendilin üzerine koca bir sandık koymuş, yalvarıyordu. Giysisi Yitiğin dikkatini çağırdı: yırtıklar içinde olmasına rağmen taptazeydi. Yanına yaklaşınca anladı ki bu kişi dileniyor. Cebini yokladı, bozukluk aradı.
—“Bozukluk senin kafanda !”dedi dilenci, ters ters.
—“Ben, o kadar fakir miyim? Sabırla bekliyorum sandık başında, biriktirmeyi dilenciden iyi kim bilir ki!
Adı ‘oy’ dur sandığıma atacağın şeyin. Onu da göstererek atma, gücendirme beni.”
Zarfı uzattı.
—“Bunun içine koy. Acı halime, sen bana kaldıraç ol.”
Şaşırdı Yitik, başını çevirdi, çevresine bakındı, sessiz bir gürültü vardı. Yine aynı giysiler içinde, elinde şeker, insanlara yalatıyordu bir başkası. Biri de çıkmış kürsüye, umut dağıtıyordu ekmek arası. Ve bir diğeri, dirgen dirgen ot atıyor kalabalık da beleş olduğu için akın ediyordu.
“Oyunuzu bana verin, sizi en bereketli otlağa götüreyim.”
—“Sizler, sürü güdücüler. Yığının ağzındaki yetkiyi kapmak için dil döken kurnaz tilkiler. Değme oyuncular yanınızda acemi.
Türlü kılıfları amacınız için giyiniyor ve böyle tuzak kuruyorsunuz o en semiz ava: kalabalığa. Şimdi anlaşıldı üstünüzün yırtıkları: kazanma yarışından kalan pençe izleri.
Ama kavgalarınız, gündüz şovunuzun bir parçası. Akşamınızdadır kadeh tokuşturmalarınız; evlerinizde en sıkı dost, komşu ve dünürsünüz. Sizlersiniz yalanın terzileri, çiftçileri ve kunduracıları.
İyi bilirsiniz kitleyi: o en gevşek bütünü, en yalınç görüntüyü, en çoklu yüzü. Bölmek ve toplamak ne kolaydır onu, hele ki, gütmek! Sizdedir bin sığırın tek ipi; nereye sürerseniz oraya.
Size elini uzatan kolunu yitirir, işte bu yüzden çolak kaldı birçoğu. Onlara diyensiniz: ‘Sana eşitliği bağışlayan benim, bu yüzden el üstü tut ve baş üzre yaşat beni, öde bedelini.’
Sizsiniz her kirli elle el sıkışan; her türlü kaptan yiyen. Ne için? Yönetmek için, hem sürüyü hem ‘k ö p e ğ i’ .
Yönetimin gerektiği her yere en önce siz sokulusunuz uğrun ve kıvrıla kıvrıla. En erken duyan kulak sizde.
Tüm yapıya çöreklenmek, dizgenin eklemlerine ağ örmek, damarlarının bereketli kanını emmek hünerinizdir sizin; çok şeyi var sizden öğrenecek, örümceğin ve sivrisineğin.
Koltuktur en büyük sevdanız ve tek gereksinmeniz. Uyumak için ondan rahat yer mi var size, sıcak odaların mırlak ve uyuşuk kedileri.
Koltuk siz gibi karayılanlara çöreklenme yeri, kıvrıla kıvrıla eğleşmek ve bin tane karayılanı bıngıl bıngıl çıkartmak için yumurtanızdan.
Her yol mubahtır ve kutludur hedefinizde. Aman çıkmasın bıçağınızın önüne hasmınız. Her yolda döner tekeriniz. Ormana da saklananınız var tarlaya da; siz AYI’ların dostları.
Ama diyeyim, siz de kukladan başkası değilsiniz. Sizi de bir yöneten var perde gerisinden, bilinmez d e r i n l i k l e r d e n. Devam edin perde önünde oynamaya, yaşamın.”
Böyle yazdı dilencinin uzattığı zarfın içine. Dilenci açtı okudu, kızıp yırttı.
—“Seğirttiğin kaldırımda eğreti durursun, sana ayağımı uzatayım, boya da dilenme.”
—“Bana ayağını değil gözünü uzat, onu umuda boyayım. Hadi, durma, ya gözünü uzat, ya oy at.”
—“Sen koca Volverin, usanmadın demekten ‘Oyunuzu bana verin.’ Madem öyle, tek bir şey var sana vereceğim.”
Cebinden bir kutu kibrit çıkardı ve tek tek yakıp attı, önce önündeki sandığa sonra diğerlerine.