YALANCI AYNA
İki şaklaban şebek Yitiğin önünü kesti. Şebekler şımararak omzuna sıçradı, biri kulağını çekti biri burnunu sıktı Yitiğin.
—“Sizler de nesiniz böyle, canımı acıttınız şirinliğinizle.”
Biri dedi:
—”Ben körüğüm.”
Yitiğin yüzü sıcak bir esintiyle şişti.
—“Şişirmek için geldim, insanı daha dolgun kılmaya ve onun tüm yetilerini kabartmaya; bak sen de kubardın bir kara hindi gibi.”
Ve konuştu diğeri:
—“Bense sihir yaparım, insanı insanla etkilemeyi öğretirim: davranışla, mimikle, gözle, sözle.”
Sonrasında ağız birliği yaparak şunları söylediler:
—“Oyuncu olmalı insan, hep başka kılıflara bezenmeli, sabitliği yenmeli, her güne yeni bir kimlikle uyanmalı; ne kendi olmalı ne de ‘ben’ demeli; değişmeli. Zaman böyle buyurur bizim ağzımızdan.”
Yitik, konuştu:
—“Fakat oynaya oynaya kişi kendini unutur, yoksa ‘kendi’liği olmayanın işi bu mudur? Sizi ‘ân’lar doğurur, ‘ân’lar öldürür. Hah; körükmüş birinin adı, diğerininse sihirbaz; size çok güldüm, yıkılın karşımdan iki soytarı!”
—“İuuu, yuppiii!”
Şebekler bir aynanın içine atlayarak gözden kayboldular. Yitik, aynanın yanına vardı, görüntüler biraz tuhaftı; yansıma, biçim değiştiriyor, başka başka görünüyordu; üstelik ayna ışık saçıyordu. Derken ayna seslendi.
—“Ben, hem parlar hem parlatırım, insana göremediğini gösteririm.”
—“Demek sen öğrettin şebeklere böyle konuşmayı, ey ‘kendi’liği olmayan, ey bağımlı, sürekli ağlayan ve meme isteyen! Gözleri ışık saçan, insan zifirde bulsa seni, gene de söndürmeli.
Kişi düşmeye görsün diline; yutmazsın, ha bire çiğnersin evire çevire. Olayı geldiği açıyla değil yorumunla yansıtırsın, çünkü bilirsin insanda önce yorumlanır, sonra yansır.
Elinle tatlandırır yahut acıtırsın; pireyi deve, deveyi pire yaparsın; çukurdan doruğa taşır, doruktan çamura atarsın; giydirirsin insanları ün ün.
Aynı aşı ısıtır ısıtır, türlü tabaklarda yeniden sunarsın; gündemin dilekçelerini sen kabul eder, beğendiğini panona asarsın; maşasın bazen, bazen sahte vekil, bazen vitrin.
Paranın tetiğisin, suç konmaz üstüne seni azmettirenin. Sana ısmarlanır paranın tellalı; parayı verenin düdüğünü çalarsın. Dilenci ya da köpek seni çimdiklediğinde kalabalığa şikayetlenir, zırıl zırıl ağlarsın.
Ama meydanı boş bulduğunda topluluklar adına mahkemeler kurar, kendi adına savcılık ve hakimlik edersin.
Sinsi itlerin her an peşimizde, keskin burunlarıyla; yaş bir tahtaya bastığımızda ya da ufak bir çıtırtımızda, yırtınarak havlarlar ve üstümüze üşüşür leş kargaların.
Her görüngüye açılarla yaklaşır, bazen yayarsın kollarını, bazen de birleştirip sıkarsın bir timsahın çenesi gibi, canını çıkartırsın arasında kalanın. Çekirdek gibi çitlersin; ruhumuzu yer, bedenimizi yere atarsın.
Sensin mahkûm eden görüntüyü, demirden parmaklarla saklayan, kağıda kutuya. Yazı olur, ses olur, görüntü olursun; fırça senin elinde, istediğini boyarsın istediğin renge.
Sen karalar, sen aklarsın; çiçekli bir örtüsün yalanın üstüne.
Senle ancak mahallede ayaküstü dedikodu edilir sakız çiğneyen ağızlarla.
Ama ben kimsenin ardından atacak değilim. Tümüyle olumlansa insan yaşamı, ‘kendi’liğin kimlik bulur ey yalancı!”
Bir şangırtı koptu. Yitik güldü.
—“Sözlerim camını mı kırdı? Hemen al takkeni yerden, kelini kimse görmeden.”