Orta Asya’nın esin göğünden yağan notalarla yoğrulan tezene bilgeliğinin ürünleri ezgi kervanının sırtına vurulup yollandı Anadolu’ya çok değerli bir hazine olarak. Kervan eğleşecekken katı ve sert rüzgardan bir el değip dağıttı onu, değersiz görerek; ve saçtı kuytulara ve unutturdu. Sonra kendini “Garip” diye adlayan bir genç hürmetkar; güçten düşen, kanadı kırık, sazına sığınan “bozlağı”; tezenesinin ucuna koyduğu yeni bestelerle besleyerek bir hekim gibi onadı, ayağa kaldırdı ve uçurdu; kervanın dağınık hazinesini derip toparlayarak omuzlarına aldı ve onu tanıtmak ve yaşatmak için yollara düştü. Bazen sazı onu sırtladı ,bazen o sazını. Notalar, dostu ve sırdaşı sazının telleri üzerinde bazen çocuklar gibi şenlendi, coştu, kovalamaç oynadı ; bazen de kadın oldu, bir yol ağzı gibi tellerin başlarına oturup ağıt yaktı. Fakat emeği “ekmek” için yetersiz görüldü , gönülce bir geçim ehli olsa da madden çektiği geçim darlığı çok aşağı ve kaba işlere itti onu ; ötelendi, önemsenmedi, dirlik tutamadı, her gittiği yerde “garip” kaldı ve en sonu batı eşiğinden atladı, yurdunun dışına çıktı, ve fakat anladı ki: vatan, bir kara parçası değil seven gönüllermiş; böylelikle özüne bağını daha sıkı düğümledi. Anonimin müzik bilgelerinden el aldığı için yapay bir payeyi ve ismi de reddetti; ben “halkın diliyim” dedi.
Davetçi ayırt etmezdi, çağırılan her yere giderdi, ilgi beğenmezlik yapmazdı, dinleyici sayısına bakmazdı, kibri hiçbir zaman giyinmezdi, bir misafir değil derman olarak gelirdi. Son nefesine kadar bir müzik işçisi olarak hem kendi terledi hem de sazı.
Garip’in sesini duyan, yüzünü gören; hemen sıcak bir samimiyetle sarıp sarmalanır, ata toprağının tadını hatırlar biraz üzüntü biraz sevinçle.
Şimdi dingin bir uykuyla süzülüp dinleniyor gönlümüzün gölünde değeri çok geç anlaşılmış bu siyah kuğunun ruhu, ve uyurken; yeni neslin yorumları, kulağına ninni gibi dokunuyor.
Elleriniz boş kalmasın ve durmasın ey Abdal gençleri! O’ndan O’nun kutlu ve nurlu “el” ini alın.
Sen Anadolu’ya meyve veren son ağaç, artık yeni meyvelerini tadamayacaksak da, gölgen yeter ey büyük ozan !
Bozkırın tezenesini çok içten gönülden anlatmışsınız. Ruhun şad olsun Neşet Baba