Erkeğin aşkının ana nedeni aşağılık kompleksidir. Yetersiz, başarısız, yenilen, kaybeden, dibe vuran, güçsüz, yorgun erkek ; umutla bir kurtarıcı arar – fakat eş gibi değil; bir çeşit ulu ve güzel anne gibi – ve somut, katı ve soğuk gerçekliğin ezen çaresizliğinin bir öteye duyurttuğu özlemle gerçeklikten sıyrılır; maddeselliğin zemini dağılmıştır, tokatlayan bir kaos fırtınası başlar, erkek; baygın bir şekilde uzanırken hiçlikte, inlemeyle karışık imdat çığlıkları atarken; kendisine köle eğlencesi arayan bir İfrit’in, alacakaranlıktaki gülücükleri ateş böcekleri gibi saçılır dudaklarından; bu minik kahkahaların neşesi erkeği yeniden hayat üzerinde yürümeye yüreklendirir; sanki, bulutların arasından bir tanrıça göğü delip elini uzatmıştır ve okşayacaktır bu erişkin çocuğun başını; ve gene sanki kurtarıcı, elinde fenerle yaklaşmıştır karanlık ufka.
Büyülenmişizdir, bir kapı açıldı sansak da işte maddeötesi dünyaya, acının naçarsızlığının varettiği bu esrik sanı, bir ılgımdır; çünkü bu tasarım fazlasıyla özneldir, iltimaslıdır. Ardından, imge göğümüze çaktığımız bu süsü hasretle aradığımız o tanrıçayla aslında hiç eşleşmeyecek hatalı bir yansıtmaya büründürürüz, İfrit’i, o tanrıçanın mertebesine yükseltiriz; o yükseldikçe, alçalan biz oluruz ve ilahî testiden bardağa aktarılacak bir cennet şurubu gibi ondan ilgi dilenmeye başlar, umutsuzluğumuzu temizlemesini, yaramızı tedavi edip sarmasını ister ve bekleriz; fakat o, elinde bir avuç tuzla sırıtıyordur yaramıza bakarken inci kaplama dişleriyle.
Güya bu İfrit ; erkeğin gözünde, kendini gerileten ve alçaltan tüm noksan yanlarının, tastamam ve üstünce varbulunduğu kadındır; erkek o andan itibaren onu aşırı bir hayranlıkla yüceltir de yüceltir; bu elden, sevgi dilenir yalvaran bir kedi yavrusuna dönüşerek; zaten şımarık olan ifrit bu ilgiyle tanrıça olmanın keyfini yaya yaya çıkartır, bizi ardında sadık bir köpek gibi gezdirir; zincirinin uzunluğunu ölçmeye miller yetmez, onun bowling topunun önündeki dubayız, her darbesindeki feryadımız ona zevkten kahkaha attırır.
Yağmurdan kaçarken doluya tutulmuşuzdur, asıl esaret yeni başlamıştır: tiryakisi olacağımız bir kölelik. İfrit, bizi ağına düşürmüştür; bir sinek gibi ezecek, hor görecek, aşağılayacak, küçümseyecek. Kendimize olan güvenimiz de yerlerdedir artık; tam, toparlıyoruz dediğimiz hayatın anlamı yanarak dağılıp yitiyordur.
Hiç bir zaman iyileşemeyiz, bu karantinada hapsolur kalırız, ta ki iradeyi kullanma vakti gelesinceye dek. En iyi tedavi, ağırlık kaldırdıkça güçlenen kas gibi, iradeyi güçlendirmektir. İfritin bu sihrini “irade” silecektir. Sağlam bir irade duru gören bir gözdür ve onun önünde hiçbir ılgım gerçeklik taslayamaz.
Bir onur damlası, tecrübelerimizin çatlağından sızarak yanımıza gelir ve düdüğünü var gücüyle çalar; bize tuttuğu aynadaki yüzümüz yara bere içindedir, kendimizden utanırız.
Şimdi özgürlük savaşımız ikiye katlanmıştır. Kişiliğimizi eşeleyecek, bir güç bulacak ve onu inadımızla büyüteceğiz, bu zalim parmaklıkları kıracak, kırlara koşacağız; ve sonra da dünya esaretliğinden, kendimize bir anlam inşa ederek kurtulacağız.
Denizin kucağında bir kayık, rüzgarın sırtında bir yaprak olduğumuz sürece biz, İfrit’e aldanacak, kanacağız pasifçe; ve köleliğimiz günden güne semirecek.
İrademiz zayıf kaldığında İfrit’i övgüye boğacak, varlığımızdan boşuna bir emeği eksilteceğiz; ve fakat irademiz güçlendikçe onun sahte güzelliğine hakikatin güneşi değecek, oynadığı sevimli rol; şimdilik geçici dolgularla engellemeye çalıştığı, ilerde mandalla tutturacağı sarkmaya başlayan yüzünden aşağı doğru akacak ve çirkinliği açığa çıkacak.
Gönlümüzün kasları çok çelimsiz, bu yüzden yenik düşüyoruz her güreşimizde; onu katılaştırmalıyız, sert olmalı o, güçlenmeli. Bir efendilik varetmeliyiz kendimize kendimizden. Denkleşmek için ; önce dilencilikten evrinerek bir tüccara, daha sonra da bir krala dönüşmeliyiz. Özsaygımızla, küçük bir ülke de olsa kendi topraklarımıza sınırlarımızı çizmeliyiz.