Kulağı paranın her akışını duyan ve onu kendi bahçesine yöneltmek için serbest piyasada yataklar açan, gezinen para fazlalığından, harcanma iştahıyla şişmiş bu tombul memelerden kendine dolgun bir pay sağmada ustalaşmış kurnaz kapitalizmin kuklacısı, malını ve şöhretini katlamak için yeni yeni Postsektörler türetiyor eski devirlerden devşirerek ve kılıfını modayla yaldızlayarak; böylece çok iyi bildiği kandırma sanatıyla, teknikle zenginleştirilmiş modern melodilerini seremoni ve serenat havasında şakıyarak, kara karga diye nitelediği müşterinin ağzından peyniri kapıyor bu sivri burun.
Öngörüsü güçlü bir zeka, geçmişin tombala çuvalına daldırdı uzun gagasını , dibini eşip yokladığı Tarih’in izbe odalarında küflenen kanlı bir gerçekliği evcilleştirerek hünerli elleriyle yeniden diriltti: gladyatörleri; bunlara amazonları da dahil ederek. Roma yeniden doğdu bir minik Roma, bir maket arenayla. Zırhlar çıkartıldı, bunların yerine marka reklamlı sporcu formasından bozma giysiler giydirildi; kılıç, mızrak, gürz, tehlikesi giderilerek çubuğa, halkaya, keseye, topa yatayca evriltildi. Artık kan yok fakat bolca ter, burkulma ve kırık var. Eve kahraman bir gazi gibi dönülecek, bu eğreti savaşçı kampından.
Vahşi çağrışımlarla desteklenen figürlerle donatılan arenanın sahnesi bir tekno-destan kurgusu. Slogan: Survivor. Tam bir evrim yansıması, güçlü ve dayanıklı olan ayakta ve hayatta kalır: tam da kapital dünyanın istediği dikeyce bir sıralama. En iyiyi belirlemenin yolu evrimin içindeki afsız seçimin yarışa yansıtıldığı bir ayıklama, süzgecin adı: Zorlu yarış.
Bir hayat dramının manzarası, bir zaman minyatürünün içine doluşturulmuş kesitlerle sanal dünyada varediliyor. Tekniğin yardımıyla yapay bir destan yaşatılıyor.
Günlük istihkakını bir çeşit yazı turaya bağlayan , avdan eli boş dönen avcılar gibi avuçlarını yalayarak açlıklarını diğer bir oyunun galibiyetinin umuduyla kandıran koca koca, çoluk çocuk sahibi insanların sosyallikten yalıtık hapiste içli ağlamaları, hastalıkları, stresleri, hedefe varmak için geliştirdikleri ve birbirlerini araç ve feda eden ince hesapları, stratejileri, zaman zaman gururlu şımarmalarının görünümü bir erişkin kreşi ve bir vahşi belgesel; insan, böyle teşhir edilerek nasıl da aşağılanıyor. İlkel kılıfı soyulup atılan ve güncellenen arenada, kendini hem erkeğin hem öz cinsinin göğüne çıkartmanın çifte ispatı için debelenen, hırsın kırbaçladığı, ün amaçlı yarışan amazon havasına büründürülmüş sporcu melezi dişi amele , yüreklendiriliyor erkeği diz çöktürecek güç var sende diye, fakat üstü kapalı bir şekilde kadın gene pazarlanıyor.
Altta ve geride kalmanın manevi anlamda kölelik seviyesine inmektir algısı oluşturulduğundan, rızık, böyleleri için alın terine koşullanıyor vahşice bir yarışla; diğer yandan, efendi olmak isteyen yeni yetme toyların ayık kulaklarına fısıldanıyor gizli bir rüzgarla : “Bedeni kullanan ameledir , kafayı kullanan da efendidir yani patron.”
Evrimin istediği ve dayattığı güç, zeka ve yeteneği tümden bünyesinde birleştiren önde ve ilerde olacak ve ufku aşacak. Bu oyunda eşitliğe yer yok, tek bir kazanan olmalı ve o tüm parsayı toplamalı: İşte vahşinin kanunu.
Arenanın ve de gladyatörlerin sahiplerince hayatın zor olduğu kafaya vura vura gösteriliyor izleyiciye: “Kaybeden değerden düşer, kakıcı yer; onun için hep kazan!” İyi de niçin? Hayatı birbirimize zorlaştıran aslında bizler değil miyiz?
Acıma yok, eşitlik yok, zayıfa yer yok; güç her şey! Peki nerede? Tabi ki hayvan doğasında. Amaç sadece bireysel varkalma olsa da; ekşi kokusuyla gizli bir galip gelmenin kibri, bir tütsü gibi yanıyor.
Entrika gizliden sessizce alkışlanıyor, amaca giden yolda açık etmediğin sürece her yöntemin bir eveti var, kurnazlık; işini bilmek, gemisini yürütmek diye adlanıyor.
Düzenek o kadar dengeli ve taşlar amaca göre öylesine güzel yerleştirilmiş ki, roller de belli: şirin görünümlü telkin ettirici ve yön vericilerin dedikodularının adı yumuşatılıp yorum ve eleştiri diye gösterilerek, ahlâktan “uygundur” onayını alıyor.
Oyun adının gölgesinde bir sanal arena; fakat kimin için ve kimin gözünde oyun; izleyenin mi , sahibin mi, yarışanın mı yani savaşanın mı? Yaşanan acı ve ağrılara bir şefkat eliyle dokunuluyor mu? Zihin antenleri sadece iki duyu verisini çekiyor; dokunma duyumunun empatisi, acı ve ağrıya nasırlı.
Kaz gelecek yerden tavuğu esirgemiyor gelecekteki gelirin kokusunu alan tilki, masrafları bir hizmetin varolması gibi gösteriyor; oysa isteği, sadece kendi cebinin doldurmak. Diğer kapitaldaşlar da faydalanıyor bu kazançtan, al takke ver külah, hepsinin kâr tekeri tek bir düzlemde ilerliyor, hepsinin menfaati aynı kavşakta birleşiyor; zaten para kesesi bir top gibi hep bunların ayağında paslaşılır, bu; ekonominin forvetlerinin, becerikli çalımcıların.
Hayat bir bilgi ve mutluluk keşfi yerine savaş ve çekişme olarak görülüyor, çünkü bu oyunu en iyi onlar oynuyor; sizi de kendi ringlerine çıkartıp bir güzel pataklıyorlar parayla.
Bir memnuniyetin de ortaklığı var gizlide de olsa. Bu, süreli köleliğin ve angaryanın ucundaki ödül: Şöhret ve bunun getireceği para. Şöhret diğer anlamda, sıradan kitleden sıyrılma yolu ve biçimi. Yani arenanın dışına eli dolu çıkılıyor, sağlıktan kaybedilse de şöhretten kazanılıyor.
Yorgunluğun bunalttığı gündüzlerin akşamına hazırlanan dinlendirici eğlenceler: her güne bir bayram şenliği hediyesi, uyuşturmak için; kafa başka yerlerde gezinmesin, düşünce güdük kalsın. Yarını merak ettirerek hedeflerine kadar geçirilecek süreyi garantiye alıyorlar. İlginin güdümüne yapıştırılmış bir gereksiz “sonrasını merak etme”, enerjinin yararlı kısmını da israf ediyor. Manipülenin yapışkan ağındaki bağımlıların bilinçleri kolektif ve bütünce dizginciye teslim ediliyor.
Bir çeşit hisse gibi söz hakkı olan ” oylattırma “yla kayrasına başvurulan izleyici de bu şekilde oyunun destekçiliğine ortak ve dahil ediliyor, kendini etkinlikte onurlanmış ve söz sahibi de olarak gördültülerek. Parmaklar tuşlara değdikçe, para EFT gibi saniyesinde cebinizden onların cebine aktarılıyor.
Kurgusal arenada taraf tutturma ve telkinlerle kalabalıkların ilgisi kapanlanıyor. Hayranlığın fanatizmi madde bağımlığından daha tehlikelidir, zihni ketler. Öyle bir bağımlılık ki yarışmacının bir günlük tatilinde , yarışmayı izleyemeyeceği için sıkıntı ve sinir krizine girenler bile oluyor.
Tezgahtaki bu kilimin deseni her gelen yeni seneyle değişse de kalıp belli; bir müfredat gibi biri bitmeden yenisi hazırlanıyor; seçenek çok, bir mönü gibi; perşembenin gelişinin ipuçları kurdelelerle çarşambadan belli ettiriliyor; tüm aylar, her mevsim dolu bir manav tezgahı gibi; ilginin ağzı hiç boş kalmasın, tıkabasa doysun karnı; zihinse sindiremesin, iyice obezleşip hantallaşsın, koltuklara çivilensin, düşünmesin, sadece seyretsin.
Bilinir bir düşmanı olmayan insana gene insandan bir düşman icat ediliyor; insan doğaya karşı değil, insana karşı yarışıyor ve savaşıyor. İnsan, insana düşman.
Nerede yapay bir sektör varsa orada israf vardır ve yitip giden doğa, zaman ve emek olacaktır.
Bu oyunun asıl kaybedeni gölgedekiler, yani izleyiciler. Paraları, zamanları boşa giderek israf oluyor ; sivrisineğin ilk başta uyuşturup kan emdiği ve işini bitirince geriye acı bir kaşıntının kaldığı deri gibi. Yakın fenerlerinizi, çıkın gölgelerden kendi aydınlıklarınıza; siz de böyle, kapitalizmin esiri oluyorsunuz.
Alkış tuttuğumuz sürece bu ateş hep güçlü kalacak, hiç sönmeyecek; kızıl dumanlar yükselmeye devam edecek , dikenli yalımların sivri uçları bizi de yakacak. Isınmadan direk yanacağız, biz yandıkça da paranın ağaları ısınacak.
Evet, olağan fakat diğerine kasten zorlaştırdığımız bir Survivor var iki eşik arası: doğum ve ölüm. Rağmenler çarpıtılıyor; görünürde doğa engel, fakat örtüyü kaldırınca gözüken insan. Rağmenleri sinsi kestirme formüllerle yok etmemeli, eğitmeli; insan sosyal bir varlıktır ve birbirine muhtaçtır; insana yardım eli gene bir insandan gelir, insan düşman değil dosttur.
Ne mutlu ayırdına varanlara, ne mutlu insan olma yolunda yürüyene, ne mutlu insanın zirvesi bilgeliğin yolculuğuna çıkanlara !