DOST YURDU: Her iki atamdan da aldığım normal altı olumsuz genlerin buluştuğu takıntılı kişiliğimin fiziki görünüşümü kısmen bir estetik engellisi haline getirdiği, hayatımın son üç çeyreğinde kendimi huzurdan yana da engelli haline de getiren, gitgide büyüyüp artan sağlık sorunlarımla engelli dünyasının girişindeki kapıya bir aday olarak daha da yaklaşan benim de, doğum günüm olan, belli bir kesimin senede bir kez andıcı ve de uğrağı; doğum günümü hiç kutlamasam da, ve şayet kutlayacak olsam da burukluğun sineceği Aralık’ın 3’ünü, adlanması devirden devire yenilenen ve güncellenen son haliyle en kibarı “engelli” tanımında karar kılınıp sabitlenen Engelliler Günü’nü, ben de, kendi adıma doğmamış olmanın isteğiyle, dayatmacı kastın emrettiği sürü normlarına uymaya ne kadar çabalasam, iyimserliğin astigmatına kendimce mercekler icat etmeye uğraşsam da, her seferinde sonucun kısır kaldığı bu dünyayı evetleyemesem ve de en büyük derdim bilgiye ne kadar aşık olsam da ona kavuşamama ve onu anlayamama engellisi bir yarı adam olarak işte armağanım Engelli kardeşlerime, bir kutlamadan ziyade aynaya düşen bir görüntünün yazısı: DOST YURDU, bir hikaye parçası; hayat denen insan varoluşunun şanssızlarına, suçsuzlarına, değersizlerine, kaybedenlerine, mahkumlarına; hayatın gerisindeki, gölgesindeki, sahneye çıkmaları yasak, tüm bir hayat boyunca mutluluk denen tavşanın peşinde kaplumbağa hızıyla yol alanlara, ancak ölümün huzura kavuşturacaklarına. Kusurlu ve zayıf olsa da samimiyete yaklaştırdığım empatimi üzerinize örtüyorum, çünkü ben de kişilikten, fikirden, başarıdan, estetik görüntüden yana bir engelliyim.
Aslında Engelliler günü, parmakla göstermenin ayıbı gibi engellinin canını sıkar ve o der: Bana beni hatırlatma, beni elaleme reklam etme !
Size o günde verilecek tek günlük de olsa en güzel hediye empati, bana şunları söylüyor:
” Engelli; doğuştan müebbet yemiş, bir iftiraya kurban gitmiş suçlu gibi kendine verilen güdük, kurak bir huzur istihkakıyla, yani parmaklarla çit çekilmiş bir avuç mekanda sağlıklılar ve normaller için standart fakat kendisi için ufkun ardındaki bir cennet olan hayatı tökezleye tökezleye ilerletmeye çalışır.
Geçici yüreklendirmelerle, cesaret pompalarıyla yapay ve soğuk bir samimiyetle günü kurtarmak için uydurulan avuntular; peki akşama eldeki bakiye ne? Umut denen, duygu bile olmayan sahte bir icadın, bu dikenli yolun peşinde debelenmek yalınayak. Beklentilerin acı sonuçları ruhları kanatacak, kişilikler her gelen güne küsecek.
Engelli, standarda yıldızlar kadar uzak hapsinde hayal dahi kuramıyor, ufak bir eleştiri yapsa bu isyandan sayılıyor ve bulunduğu konum ne kadar zor da olsa başa kakılarak şükür zincirinin dikey doğrultusunda ast’a ve geri’ye göre şanslısın denilerek avunduruluyor.
Onlar biricik Mesihlerini bekler, kara ufuktan ağır ağır gelen, elinde lambasıyla yanaklarına kurtuluşun öpücüğünü konduracak ÖLÜM’ü.”
Sıradan dişi bir sokak köpeği dahi yoz da olsa içgüdünün bilgeliğiyle mevcutlar içinden eleme yapar en iyisiyle birleşmek için, geleceğe sıçratacağı genin zayıf kalmaması ve görev zincirinde doğanın önünde mahcup düşmemek için.
Hayvandan, üst ve öte duygularıyla farklı olan insansa türemeyi bir ahlâk kuralına bağlar ve nesil devamını mantıktan çok, içinde psikolojinin baskın ve etkin olduğu aşk duygusunun güdümünün yönlendirmesiyle sürdürür; kapanan algısıyla kişi o an bakmaz geleceğin, geçmişten ne taşıyıp getireceğine; aşk tümden bir peşin ve ön kabulleniş olduğundan, kusurları; boyalı, parlak, cilalı bir örtüyle örter.
İnsan zincirine yeni halkalar eklenirken vurdumduymaz davranışlarla dikkatin göz ardı edildiği, geleneksel kaderci kalıpların da içinde kalan ve bazen de bencilce tutumların uzantısı olan Akraba evlilikleri, vazgeçilemeyen tütün ve alkol kullanımı ve işlenmiş gıdaların sık tüketimi; zedelediği ceninin normal varolma hakkına daha en baştan acımasızca bir ket vuruyor ve onu geride ve dışta kalacağı bir gölge hayatın demirbaşı yapıyor.
Sperm bankalarında, bağışlanan hastalıklı genler saklanıyor; ilerde patlayacak bombalarının pimini çekenler parmak izi bırakmadan bu suçu işliyor, bu laneti, hayvandaki bilince karşı ilkel kalarak.
Evrim uygarlığın yol almasına paralel, hastalıkları da geliştirip çeşitliyor, uygarlığın hastalıkları da modern ve yeni oluyor: DEHB, otizm, fetal alkol sendromu…Bir etek dolusu hastalığı boşaltıyor çağ, sonra da fabrikadan hasarlı ve bozuk çıkan ürün için tıp tamircileri arıyoruz. Hepten bir maddi ve manevi masraf.
Tekniğe sonsuz güvenimizle çürük fizyolojik ve anatomik temele güçlü katlar çıkmaya çalışıyoruz kestirimsiz ve acemi bir kibirle; güya en bilgili çağdayız. Evrim merhametle kılıflandırılan parantezin içinden, zayıflar yok olmalı yük değil, diyerek sürekli artan gereksiz bir varoluşun önüne bent kurmayı madde ve canlı tarihini kanıt olarak gösterse de modern dünya bu dili kullanmayı ve kaba bir kıyımı kendine yakıştıramıyor, “yaşama hakkı” diye. Peki hakikaten engelliler yaşıyor mu?
Bilimselliğimizle övündüğümüz çağımızda bireyselliğimiz ve özgürlüğümüz her türlü kısıta rest çektiğinden eskilerin verdiği ödünü, yok ve hiç sayarak keyfini doyasıya yaşasa da onun; bir taraftan kariyerin, nesil devamını ertelemeyi mecbur edişinin diğer taraftan ebeveynlik içgüdüsünün, yakınların ve de toplumun baskılı beklentisinin bocalayışında ikirceyen erişkin, geç kalmış, gönülsüz ve de hazırlıksız olarak ileri yaşta anababa olduğunda çocuğunun gençlik gereksinimlerinin temposuna yetişemiyor; ardındansa doğuştan gelmese de sonradan çatışmaların ve uyumsuzlukların tükettiği, kişiliği tahrip ettiği, sıkıntılı aile ortamlarında bitimsiz streslerin kopardığı fırtınada denge sürecinde sorunlar yaşayan psikolojisi bozuk nesiller yetişiyor; ve gene ikincil bir çeşit engel sayabileceğimiz psikolojik bozuklukların inşası, toyluğa denk gelen tek gecelik bilinçsiz ve korunmasız birlikteliklerin doğurduğu eksik gelecekli bebeciklerin dünyaya fırlatılması oluyor; fizyolojisi erişse de kişiliği daha ergenliğe bağlı kalan genç birey anlık bedensel hazzın sonucunda kendisine, topluma ve en çok da masum çocuğa zararı olacak ayaküstü bir ebeveynliği yüzüne gözüne bulaştırıyor; belirsizliğin ve paniğin sisinin kapattığı, çelişkinin yuva yaptığı, gerilimli sevginin süregittiği boz yaşamlarda boşanmalar artıyor ve sonuçta olağan şefkatli aile eğitiminden uzak kalan çocuğa yetimhanenin yolu görünüyor.
Aşk önüne geçse de mantığın, sağlam bir irade varederek en azından engelliliği ilerletmesek. Benim çözümüm pasif ama net : Çoğalmamak! Bırakın engelli bireyleri, normal bireyler dahi varolmamalı, çünkü çağın bizden büyük beklentileri var, o; zeka, yetenek, sağlık ve bilgice bizden çıtayı yükseltecek yeni yaşam memurları istiyor. Normal bir birey dahi atalarına bakarak kestirimli bir çözümleme yapabilir, çünkü “normal”, yaklaşan günde zamanın gerisine düşecek.
Soyundan gelen şişmanlık, kısaboyluluk, kellik vb. gibi lanetleri, atasında gördüğü halde inat eden gailesiz ve gelecekten umutlanan bilisiz ebeveyn bozması, soyunu devam ettirerek yeni kuşakların başına bela ediyor. Fizikçe estetiğin ödül vereceği özellikler kendisinde bulunmayan genç birey bunalıma giriyor ve hatta intihar ediyor.
Eli hiçbir beceriye yakışmayan, dümdüz, ne sanat, ne teknik, ne de bilim olarak bir tek yeteneği bile olmayan, atası da vasat oğlu vasat olanlar için evlilik ve anababa olmak: Borcu sonsuz bir iflas.
Evlenmek için bir dizi testten geçilse, her alanda bir üstünlük istense, evlilik için de bir ehliyet ve genetiği temizdir belgesi olsa.
Şimdilerde sokak hayvanlarının kısırlaştırılması tartışılıyor; asıl, insanlar kısırlaştırılmalı, normalliğin ve de engelliliğin çoğalmaması için.
Siz, potansiyel anababa adayları: Çocuklarınızın cehennem biletini iptal edin ve müebbet bir dünya hapsinden kurtarın onları, gerçek ve tam bir kahraman olarak yapacağınız en büyük iyilik bu olacak.
İşte bu fikir ve tercih, yeryüzünün yazacağı en büyük destandır !