Tarihin, bireye karşı yapılan adaletsizliğin baskısının arttığı karanlık örtüler içindeki yoz dönemlerinde, çaresizliğin, zorunluluğun, zorbalığın kitleye ve sonra da bütüne seken ve onun tamamını dolaşan ortak bir empati eşitliğini tutsak edildiği yerden çekip almak için sahaya inmişliği vardır; işte böyle, iki yüzyıl öncemizde de Avrupa’da işçinin alın terinden tutuşturulup yanan samimi kızıl meşale, bir büyük kurtarıcı, evrensel bir vekil ve sözcü olarak, önce hakkı teslim edilmesi gereken bir sınıfın, ekmeğini el ve omuz gücüyle kazananların eşitlik talebinin bir halkasını da topluma eklemiş, eşitlenmenin genellenmesini ilan ederek dünyaya bir güneş gibi doğmuş ve en erken de yakınındaki Rusya’yı ısıtmaya ve aydınlatmaya başlamıştı.
Ne var ki, derecesi değişen otoritelerce aitliğin ve hizmetin ta doğuşlarından beri hayatlarına işlettirilen alışkanlığından vazgeçemeyen, özgürlük ve eşitlik talebini dillendirmekten bile ürken kesim, hiç geçimlik kazanma denemesi olmamış, kocasının eline bakan ( ki çoğunda bunu kendi ister) ve karşılığında da ona hizmet etmeye katlananan kadına özdeşçe ekmeğini verene hizmet edenler bu ışığa şüpheyle baktı ve ona karşı bir siperlik aradı.
İnsan varoluşunun en büyük aydınlanması, bilinçli birey olmanın farkındalığıdır, insanca yaşamaya yollar açmaktır ve köleliğe karşı çıkıştır. Toplumunu monarşinin dikenli kıskacından kurtarmayı ve ona özgürlüğe kanat çırpmayı vaad eden ve bunu görece ve sadece çok dar bir zaman aralığında başaran Rus sosyalizminin öfkeli şeytan gibi algılanan ve gösterilen kızıl rengine tepki olarak, statükosunu yitirmek istemeyen geleneksel oligarkların, yeniliğe açık olmayan, milli değerler parolasıyla bir ödevmişçesine meleğin uysal beyaz rengiyle boyayıp öne sürdüğü miras koruyuculuğu, azınlıkta olsa da gelenekçi destekçilerini buldu ve bedeli her iki görüş açısından çok ağır olan bir karşı cephe açıldı, başka hiçbir devletin ve milletin, saymaya parmakların yetmeyeceği, mislince veremeyeceği dış bir zararı iç savaş verdi, Rusya hiçbir dış savaşında bu kadar insan kaybetmedi.
Rus yönetim zihniyeti hep aynı, giysiler farklı olsa da. Zaten materyalizmin hayvan cephesinin temsilcileri olarak katletmeye Ortaçağ’da ısınan ve Yeniçağ’da doruk noktaya ulaşan Rus yönetimlerinin, özellikle Müslüman Kafkas halklarına sırtlan acımasızlığıyla yaptığı büyük katliam, ileriki zamanlarda karşısındakine kim ve ne olursa olsun sergileyeceği vahşetin habercisiydi.
Galip gelen kızıl sosyalistlerdi. Sonra ne oldu? Rüya kabusa döndü; kaba, görgüsüz ve güya bilimsel serserilik, ardındaki kalabalığın gücünün ve yetkisinin şımarıklığıyla, değer tanımaz bir pervasızlıkla, içine bir parça akıl katılmış çağdaş bir ilkellikle yaktı kül etti kendinden görmediğini.
Üstte olmak, buyurmak isteyen kimi kızıllara ise eşitlik bir hakaret oldu; sıradan ve toplumdan görünmekten tiksinen fakat kendini toplumcu gösteren iki yüzlü türedi oligark zihniyeti, resmiyeti giyinip, baş oligarkın, bir diktatörün çevresinde çıkarları için hale oldular; bütünün yönetim dizginini eline alıp, demirden bir sınıf oluşturdular, sonuçta, ideal eriyip gitti, birey toplum içinde söndü, kölelik resmi anlamda yeniden doğdu; ardındansa içerde kotaramadıkları finans gereksinimi için, sıkışan ve bocalayan, dışarı taşması gereken, insancıllıktan uzak, güya Avrupa’dan Asya’ya ve Uzak Doğu’ya bir sosyalist koridoru olma sıfatıyla, kendilerince yorumladıkları hastalıklarını bulaştırmak ve taze kan içmek için emeçlerini temiz kültürlere sapladılar; ırzına geçip geçip bir hayat kadını haline getirdikleri sosyalizmi, yeni yetişmiş bir bakire diye gösterdiler ve Orta Asya’yla zorla evlendirdiler; bu düşünceden doğan ise millet kimliğinin parçalanıp bölünmesi, değerlerin zayıflaması, maneviyatın körelmesi oldu; nesil, geçmişine küstü, onu hakir ve cahil gördü.
Sosyalizmin diktatör yorumu için son büyük sınır ise Çin’di ,o, denizden öteye geçemedi; Çinli yönetim için ise hem materyalizm hem de sosyalizm baskı adına tadından yenmez bir araç oldu.
Avrupa ne bilirdi ki bir cellat doğuracağını. Orak bireyleri biçti, çekiç bireylerin kafasına indi.
Ne gariptir ki eylemde birbirinden farkı olmayan ideolojiler, kandaşları, gendeşleri, yarını olmayan bir fikir uğruna salt üstün gelmeye, bir iç hiyerarşiye feda ediyor, iki kutup arası taraf seçmeye mecbur bir mekik gibi; bu, kavgalı ve kanlı gelgit oyununda kabak hep yoksulun başında patlıyor, kurban hep, memur gibi görülen bireyler oluyor.
Kızıl Ekim’den sonra, çarpık, kötü niyetli, baskıcı sosyalist yönetimin kabuk değiştirse de hâlâ yaşayan kalıntısının, kör, çıkarcı milliyetçilikle melezlenmesi, bir baba rolüne soyunarak, çocuk yerine koyduğu insanların suratlarını şamarlamaya devam ediyor, şamardan arta kalan kıpkızıl rengi ve de acıyı da tazeliyor; kişi aynaya baksın ve görsün otoritenin gücünün izini. Canı yanan hiç değişmiyor: gene toplum, gene yoksullar.
Son milenyuma doğan yıllar gene bir vahşete gözünü açtı, kuzeyde gene o bildik tablo: Rus’un Rus’u kıyımı. Çocukların ve masumların akan kanları, öz kardeşlerin yamyamlığı, önce yok etmek için harcanan, sonra da yeniden inşa etmek için harcanacak emek ve masraf, yani mutlak bir israf.
Çatallansa da, adı değişse de kök aynı: Egemen olmak, itaat ettirmek. Toplumun atomlarının kendine saygısının olduğu yerde, kendi gücünün farkına varacağı yerde, yönetimleri çıkarcı pofpoftan ve yalakalıktan uzak bir şekilde oyla alaşağı eder ve hakkını ararsa ve kendinden daha üstün bir güç olmadığını ilan eder ve bunun arkasında durursa zulüm biter; adalet, huzur, barış toplumun içinde bir meşe fidanı gibi yükselir.
Geçmişin, türlü coğrafyalarda gezinerek zamanımıza getirdiği manzara bize şunu söylüyor: İnsan bir idealdir, onun yeri dünya değildir.
Tarihin karanlık dönemlerindeki adaletsizlik, zorbalık ve çaresizlik gibi olguların bireyler ve toplumlar üzerindeki etkilerini güzel bir şekilde kaleme almışsınız. O halde tarihten çıkarılacak en büyük ders, bireyin özgürlük ve adalet talebinden asla vazgeçmemesi gerektiğidir.İnsanlık ideali, her türlü baskının ve zulmün ötesindedir.
Bu güzel değerlendirmeniz için teşekkür ederim.