Engelli kardeşim, zamanın ve mekanın ve nerede olursa olsun ister burada isterse ahirette, en büyük ve kutlu mutluluğu ne ise, o, seni bulsun ve bir ömür yanında kalsın. Seni sadece bir gün hatırladığımız için bizleri affet. Sen en soylu, en cesur, en gözüpek savaşçısın, zira savaşın, sağlıksız hayatla; onu al etmek senin zaferin olacak.
Nedir engellinin ideali, tüm yaşam amacı? Sağlıklı bir birey olabilmek. Ona yasak standart; o sanki bir köle, ona hayat angarya; o, umudun peşinde bir ömür, tekniğe el açmış ve bel bağlamış; hayat ona on kat zor bir sınav. O, hayvani materyalizmin altta kalanın canı çıksın sloganında göz ardı edilen, beriye terk edilen bir yük. Sosyal yaşamda ona ancak bir kafesin içinden izlemeye izin vardır.
Bugün sağlıkça normalsinizdir ama potansiyel bir engelli adayısınızdır da; ve birgün engelli olursanız üzeriniz çizilir, eskiden size kral diyenler, yaşasın yeni kral diyerek bir başkasına koşar.
Sorumlu kim ? Tabii ki bir kısım, genetiğinde bulunan kusurda suçları olmayanlar değil; sonradan, cahilce bir umursamazlıkla dikkatsiz davranan, hata yapan ebeveynler, atalarında bedenen, zihnen ve kişilik olarak bir eğriliğin olduğunu bile göre kararlı bir umutla dünyaya belki de tüm hayatı koca bir engel olacak bireylerin gelmesine vesile olan ısrarcılar, kör optimistler, ve de gene görev ciddiyetinden uzak, vurdumduymaz, eğitimi güdük, ehil olmayan, ihmalin anaları bazı sağlıkçılar.
Bu dünyanın azizleri kimlere denmeli? Engellinin cefakar ailesine, engellilerin bakım görevinde bulunanlara, engellinin öğretmenlerine, yani engellinin hayatını sürdürmesi için bu gidişata omuz veren tüm yardımsever insanlara. İşte, şanlı bir övgüyü ve de ücret verilecekse bunun en yükseğini hak edenler.
Engelli tabii ki de bir dilenci değil, o bizden, aslıda bizim insani görevimiz olan davranışı bekliyor: empatiyi.
Engelliliğin ileri sıçramasına vurulacak en büyük ket bilinçli evlilik yani eğitimli ve bilinçli anababa olmayı bilmektir. Evlilik, en büyük bilinç işidir. Evlenecekler için bir “genetiği temizdir” raporu alınmalı, evleneceklere bir ehliyet verilmeli, evliliğin bir kursu olmalı, evlilik stajları yapılmalı.
Peki ya kendini kendi eliyle engelli haline getiren ahmağa ne demeli? Engelli sınırına bir adımı kalan fakat engelli sayılmayana, terazide sağlıkça engelliye daha yakın olana, doktorların dahi anlam veremediği ve güldüğü ucube bir senteze, bir organizma ve kişilik bozmasına, o , araftakine!
Ben de sadece görüntüde de olsa kısmen bir beden , bir kişilik, bir sosyal engellisi olarak kendimi o büyük bilgenin, Schopenhauer’in sözlerini asırların ufkunu tepeleyip kulaklarımda çınlarken buluyorum: Doğmamış olmak, doğmaktan sonsuz kere iyidir; ve de insan doğmamak insan doğmaktan da öyle.
Hep buruk geçer doğum günüm; bu günü, tanıdıklarımdan kimse bilmesin, kimse anımsamasın isterim, köşe bucak kaçar, gölgelere sıvışırım; gerçi hiç kutlanmadı ve de kutlamadım, hiç hediye almadım, zira bir insanın doğumu, insanlığa bir katkı sağlıyorsa kutlanmalı, aksinde çok gereksizlik ve bir israf olur, tıpkı bizlerinki gibi; insan olmayı beceremeyen bizler: insan yolunun engebeleri, tümsekleri, çalıları, belaları.
Geçen sene de bir emrivaki gibi, bir ısmarlama gibi, bir hediye istemiştim ya çok özel birinden, bir çocuk gibi; yanıt, bir nutuk oldu beni yerin dibine sokan; sonra kendimden utandım, köpek gibi dilendiğim için.
Kendi doğum günümüzü kendimiz seçelim ve hatta bu, hayatımızın dönüm noktası olan, karanlık çağlarımızı geride bırakan miladımız olsun; o gün, bizim varoluşumuzun anlam kazandığı gün olsun, eğer olacaksa böyle bir gün; şayet olmayacaksa, her gün aynı birbirinin.